Yalnız Kovboy Olarak Takılmak Üzerine Mülahazalar
İlk blog yazımın bu olacağını düşünmemiştim. Nedense madem
yazacağım o zaman ilk bunu yazmalıyım dediğim bir dönemden geçiyorum. Yapacak
daha iyi bir uğraşınız varsa lütfen okumaya devam etmeyiniz. Okuyacaklarınız
size çok şey vadetmiyor. Benim için bir hesaba çekişi yazıya döküş olacak.
Son bir buçuk senedir yani hayat tarzımı değiştirmeye
başladıktan sonra yaşaya geldiğim süreçte, neden yalnız kovboy gibi takıldığımı
ima eden/açıkça soran pek çok arkadaşım oldu. Başlarda bunu neden bu kadar
garipsediklerini anlayamıyordum. Üzerine düşünmeye de takatim yoktu. Tek
tahminim onlara göre öncesinde şu ana nazaran daha popülerdim, daha
sosyaldim daha konuşkandım, daha süslüydüm
–tabi daha da mutsuzdum ama bunun farkında olduklarını sanmıyorum- o yüzden şu
anki halim onlara garip geliyordu. Şimdi O günlere döndüğümde hayattan
beklentimin belki de yaşam amacımın medyanın pompaladığı iyi bir iş, ev, araba,
eş sığlığından öteye gidemediğini fark ediyorum. Evet ağzımda iyi şeyler
yapmak, faydalı olmak falan var ama altı kof. Birgün öleceğim gerçeğinden uzaktı.
Her gece kafamı yastığa koyduğumda içimde kocaman bir boşluk
vardı ve bu boşluğu ne ailemle ne sevgimi sandığım şeylerle ne arkadaşlarımla ne
alışverişle ne güzel yemeklerle kısaca hiçbir şeyle dolduramıyordum. Bir yandan
da yaşadığım hayatın yanlış olduğunu söyleyen bir sesin sebep olduğu
huzursuzluk hali. Düşünsenize iman ettim demişsiniz ama iman ettiğinizi iddia
ettiğiniz kitabı bir kerecik bile adam akıllı okumamışsınız. Sizi var edenin yap
dediklerinden kaçmış, yapma dediklerinden sakınmamışsınız. Bu noktaya gelince kalbinizde huzursuzluk duyumsuyor ve bunun sebebinin yaptıklarınız olduğunu idrak edebiliyorsanız nasiplisiniz demektir. Ben de
nasipliymişim elhamdülillah. İçimdeki huzursuzluğa dair farkındalığım olunca
karar vermem gerekti. Ya radikal kararlar alarak hayatımında devrimler yapacak
ya da kolaya kaçacak nasıl yaşıyorsam öyle devam edecek ve gün geçtikçe Yaradanla
bağları daha kopuk daha seküler da daha mutsuz daha huzursuz biri olacaktım.
İçimdeki yanlış yaptığımı söyleyen sesi bastırmak için daha büyük yanlışlar
yapacak, kendime materyalist öğretilerinden kurgulanmış yeni değer
paradigmaları edinmeye çalışacaktım. Öyle olacaktı işte, bunun etrafta çok
örneği vardı. Görmek için sadece bakmam yeterliydi.
Ben kartımı devrimden yana kullandım ve pişman
olmadım fakat maalesef ki
devrimi nasıl yapacağım hakkında fikrim yoktu, hala mutsuzdum. Üstelik bir
yandan da değişmekten korkuyordum. Varoluşuma dair, dine dair sorularım vardı.
Araştırmam gerekiyordu ama hangi kaynağa güveneceğimi bilmiyordum. Velhasılıkelam
devrim yapmak "devrim yapıcam beeeğn" demek kadar kolay değildi. Bu
devrim işi aslında bir süreç işiydi ve benim açımdan kesinlikle bir kabuğa
çekilme kendini sorgulama aşaması gerektiriyordu. Kişi kendi kendisiyle bu
kadar derin sorgulayışa oturunca, yıllarca doğru kabul ettiklerine yahu aslında
yanlış düşünüyor olabilirim gözüyle bakmaya başlayınca iç dünyasında düzinelerce
dinamit patlamış gibi oluyor. Bu süreçte etrafına nasıl davrandığının farkında
olmuyor. Benim yalnız kovboy oluşumdan tetikleyici sebep tam olarak buydu
aslında. Bir yandan sorguluyordum bir yandan affedersiniz hayvan gibi ağır bir
okulla cebelleşiyordum. Etrafımda bu sorgulayışı yer yer gereksiz bulan çevrem
durumumu "ncık ncık" efektiyle izliyordu. Çevre bunu "aa-ha bu kız
bizden uzaklaşmaya çalışıyor, deli midir nedir sanki biz bi'şey yaptık"
diye algılıyor. –bu esnada incesazdan ardımdan deli diyorlar belki de
yalan değil çalıyor :P-. Böyle böyle eski çevreyle olan ilişik kopuyor. Şimdi
buraya kadar anlattıklarım sizi ilgilendiren şeyler değildi ama kendimden yola
çıkarak yalnızlık üzerine ahkâm keseceksem olayların sibakını anlatmam
gerekiyordu. O sebeple efenim yazının çoğunu teşkil eden kısım sizi pek
ilgilendirmiyorsa bile yapacak bi şey yok çünki burası benim tatlı küçük blogum ve burada dilediğim kadar gevezelik yapma hakkım var. ^^
Tekrar konuya dönecek
olursak kişi bu tarz sorgulamalara girişince aldığı kararları hayatına
geçirmeye biraz biraz başladıkça bazı şeylerin farkına varıyor. İlki, kabuktaki
kendi kendiyle hesaplaşma ve dış çevre/ahiret ve dünya arası dengeyi tutma
çabası öyle bi sefer yapayım olsun bitsinden ziyade ömür boyu sürecek bir çaba.
Çaban kadar başarılı olacaksın. Çaban kadar ömrün değerli olacak.
Bende de taşlar yerine oturmaya başladıkça sakinleşip bu
insanlar bana neden durup durup yalnızlaşmamın sebebini gözlerinde yadırgayan
bakışlarla soruyor diye düşünmeye başladım. Hatta ondanda önce ben gerçekten
yalnız mıyım diye sordum kendime. Evet görünüşe göre etrafımdaki insan sayısı
eskiye nazaran az ama beni kemiren huzursuzluğum yerini beni güçlü kılan
bir huzura bırakmış mesela. Evet kendi kendimle oturup uzun uzun tartışmama
sebep olan yanlışlarım hala var ama en azından artık hatalarımdan uzaklaşmak
için ne yapabilirim diye bir meşgalem var. En önemlisi kalplerin ancak onu var
edeni anmakla mutmain olacağını öğrendiğim için mutmain olmak adına başka
kapıları aşındırmak zorunda olmadığımı biliyorum artık. Beni Yaradanın bana şah
damarımdan yakın olduğunu ne zaman "Rabb'im" desem cevap verdiğini,
kalbimin-beynimin içindekileri benden iyi bilen birinin olduğunu biliyorum. Bu
haldeyken yalnızım demek komik geliyor bana. Yine de dışardan insanlara yalnız
gözüküyor olmalıyım ki neden içine kapadın neden yalnızsın diye soruyorlar.
Bu sorulardan en büyük çıkarımım insanların çoğunun
yalnızlığı küçük hücreli akciğer kanseri gibi mortalitesi yüksek, ölümcül bir
hastalık sanıyor olması. Sevmiyorlar yalnızlığı hatta o kadar sevmiyorlar ki
sırf yalnız kalmamak için sevmedikleri insanların nazlarını çekiyor, değer yargılarını bulundukları ortama göre
değiştiriyor ve yalnız kalmamak için
takdire şayan bir efor sergiliyorlar. Çünkü onlara göre tek başına yemekhaneye
gitmek bile ölüm gibi bir şey. Aslında ben bu insanların yalnız kalmaktan
ziyade yalnız kaldıklarında daha net işittikleri iç seslerinden korktuklarını
düşüyorum. Kendileriyle hesaplaşmaktan çekiniyorlar. Başkalarının gözünde nasıl
gözüktüklerine ve başkalarının nasıl gözüktüğüne öyle kanalizeler ki gözlerini
kendi hayatlarına çeviremiyorlar. Bu yüzden neden yalnızsın neden kabuğuna
kapandın diye soran arkadaşlarıma sormak istiyorum bazen "sen neden yalnız değilsin? Ne zaman hayatın üzerine
düşünecek, ne zaman kabuğuna çekileceksin ?".
Anlattıklarımdan ömrümüzü yalnız kovboy olarak sürdürmeliyiz
yaşasın yalnızlık anlamını çıkarmayın lütfen. Yalnız kalmak, kabuğa çekilmek
ara ara yapmamız gereken elzem bir ihtiyaçtır ihtiyaç olmasına da insan aynı
zamanda sosyal bir varlıktır. Başka insanlarla iletişim halinde olmak,
konuşmak, başkalarını sevmek ve sevilmek istemek insanın fıtratında var. Bu
sebeple elbette iyi aile içi ilişkilerimiz, arkadaşlarımız olması için
çabalamalı aynı zamanda kabuğumuza çekilip sorgulamalıyız da. Mühim olan denge.
Gerçekten denge.
Eğer yazının burasına kadar okuduysan sana bir tavsiyem
olacak, Nouman Ali Khan’nın denge üzerine müthiş bir
konuşması var onu dinle olur mu? O sana benim bu boş beleş yazımdan daha çok
şey vadediyor. Linkini aşağıya bırakırım. ^^
Not: kabuğa çekilme kendinle hesaplaşma üzerine güzelleme
yazmışım izlenimi uyandıran bu yazıyı kendimle olan hesabımı kestiğim için
yazmadım aksine kendimle hesaplaşmaktan, kendimle tebelleş olmaktan garip bir
zevk aldığım için yazdım.
Yorumlar
Yorum Gönder